12 Kasım 2013 Salı

BİR RÜYA VE JİN



Oryantalizmin domino etkisi var bence.  Kendisinin zuhurundan beri her toplum daha doğusundaki toplumları ötekileştimekten geri durmadı çünkü. Kendi ülkemizin doğusunun batısından gördüğü muamelenin aynısını batı medeniyetlerinin bütün doğu toplumlarına olan bakış açısında da görebiliyoruz. 


Jin’i izlemeden önceki en büyük korkum bugüne kadar böylesine politik bir konuya eğilmemiş genel olarak elitist bir duruşu olan Reha Erdem’in bu handikapa girip girmeyeceğiydi. Söz konusu yapım belgesel olmadığı sürece hiç bir yönetmenin ya da filmin taraf tutmak gibi bir zorunluluğu yoktur.  Reha Erdem de bu olabildiğine politik konuda taraf tutmamış. Bence çok iyi bir seçim ama bu denli hassas bir konuda politik olmamayı tercih ettiğinizde ise gerçekçilik beklentisi haklı olarak yükseliyor. Örneğin jin metropolde yaşayan batılı bir genç kız olsaydı bu denli gerçekçilik beklentisi olmazdı seyircide. Nihayetinde 40 yıldır var olan, çok can alan ve can yakan bir sorunun göbeğindeki bir karakter Jin ve bu karakteri anlatırken gerçekçi olmak zorundasınız. Maalesef Jin’in yaşadıkları gerçek değil bu filmde. Gerçek olamıyor. Jin’in sürekli karşısına çıkan hayvanların hayali olması gibi Jin’in yaşadıkları da o bölgede yaşamamış, olan biteni kitaplardan, gazetelerden okumuş birinin hayalleri gibi duruyor. Sevgilisini facebookta ekleyen bir kıza sinirlenen kolejli kızı anlatmıyorsunuz çünkü bir gerillayı anlatıyorsunuz. Gerçekçi olmak zorundasınız. 



Ne yazık ki konuya hakim olan izleyici için Reha Erdem’in hakim olmadığı çok belli oluyor. Çokça bahsedilmiş olan Jin’in Türkçesinin çok iyi olup Kürtçesinin çok kötü olması, das kapital ve bir yığın edebiyat ürününü yalayıp yutmuş olması gerekirken okuma yazma bilmemesi gibi sorunlar Deniz Hasgüler’in müthiş oyunculuğuna ve aralara serpiştirilmiş tadında sembolizme rağmen filme gölge düşürüyor. Örneğin Jin’in uzun uğraşlardan osnra bir yol kenarına gelip otostop yapma sahnesi müthiş. Yol kenarına geldiğinde güneş tam ufuk çizgisinde. Yani doğuyor mu batıyor mu pek anlamıyoruz. Bu sırada bir kaç araba geçer ama Jin gelen arabaları gördükçe saklanır. zaman geçtikçe güneş yükselir. Yani gün doğumu olduğunu ve arabaların doğudan batıya gittiğini anlarız. Jin batıya giden arabalardan saklanır taa ki ters yönde doğuya giden bir araba gelinceye kadar. Ama o araba durmaz. Jin bir kaç tane denemeden sonra batıya giden bir arabaya da razı olur. Kanımca filmin en estetik sahnesi buydu.
Reha Erdem sinemasının sembolizme olan aşkı malum. Kişisel olarak da sinemada sembolizmi çok severim. Lakin beni beş vakitten beri rahatsız eden bir yönü var. Sembolizme girer mi girmez mi bilemiyorum ama Reha Erdem sürekli pedofilinin sınırlarında gezen bir anlatımı mutlaka serpiştiriyor filmlerinde. Jin’de bu abartılı bir hal almış. Filmde neredeyse Jin’in karşısına çıkan bütün erkekler ona tecavüz etmeye çalışıyor. En kötüsü de nezarethanede yaşlı bir amca varken ve dışarıda çatışma seslerinden ortalık inliyorken içeriye girip ona tecavüz etmeye kalkan birinin varlığı.
.
.
.
.

Şuraya kadar yazdıklarım düne ait. Uyuyup sonra devam ederim diye düşündüm ve olan oldu. Jin rüyama girdi. Özellikle can çekişen hali tekrar gözümün önüne geldi rüyamda. Uyandır uyanmaz filmi düşündüğümü ve ya hala rüyada olduğumu düşündüm. bir anda filmi tamamiyle farklı bir gözle görmeye başladım yani.
Filme farklı bir bakış açısıyla bakınca ilk bölümde bahsettiğim eksiklik ve sorunların bir nebze olsun daha oturttum. Şöyle ki Jin film boyunca içinde olduğu girdaptan kaçmaya çalışıyor. Bu sırada gerilla elbiselerini atıp sıradan bir genç kız görünümüne bürünür lakin garidabın içine tekrar çekildikçe kostümleri de filmin başındaki haline dönmeye başlar ve filmin sonunda filmin başındaki kostümleriyle vurulur. Jin’in sürekli karşısına çıkan sürreal hayvanlar, ağaçlara vampir filmlerinden aşina olduğumuz bir şekilde olağan üstü bir şekilde tırmanması ve tüm o hayvanların filmin sonunda ilk şekil ve şemalindeki can çekişen ama düşmenin etkisiyle kıpırdayamayan Jin’in başında toplanması, Jin’in kaskati bir halde donuk bakışları tüm film boyunca izlediklerimizin Jin’in o sırada oluşan tahayyülleri olduğunu gösterdi. Yani aslında film Jin’in filmin başında bir yerlerde ağaçtan düşüp geri kalanını can çekişirken kafasından geçirdiği hayallerinden oluşmakta. Bu çıkarımı gaipten uydurmuyorsam filmin finali de şahane bir hal almış oluyor.Filmin senaryosu ne zaman yazıldı bir bilgim yok lakin "life of Pi"ye inanılmaz benzer bir son olmuş bu durumda.


Sonuç olarak Jin hassas ve toplumun belli bir kesimi tarafından çok yakından bilinen bir konuya hafiften oryantalist bakışı katarak ağır bir yükün altına giriyor. Dediğim gibi bu film derdini sosyo-kültürtel olarak tamamen farklı bir genç kız üzerinden anlatsaydı çok daha iyi bir film olacaktı. Zaten çok şey anlatan sahnelerle dolu olan filmi bir gerillanın hikayesine dönüştürmek yanlış bir seçim bence.Deniz Hasgüler ise Konuşmadığı süre boyunca, bakışlarıyla muhteşem bir Jin olmuş.

Not: Rüyadan önceki yorumlarımı bilerek ve isteyerek silmedim çünkü Reha Erdem sinemasını çok seven biri olarak pek sevmemiştim bu filmi. Gaipten gelen rüya ile fikrim biraz değişti ise de eleştirdiğim yönlerin hala var olması yazının ilk bölümünü silmeme engel oldu. 

2 yorum:

  1. melih selçuk muhteşem yorumlamışsın jin filmini anca bu kadar güzel anlatılırdı

    YanıtlaSil
  2. İlk Reha Erdem filmimi seninle izlemiştim. Kozmos. Ondan sonra çok kararsız kaldım sevip sevmeme konusunda... Jin'i film listeme almadım fakat yazı harika olmuş. Senden çok iyi bir film eleştirmeni olacak bence, bu alternatifi de bir değerlendir. :)

    YanıtlaSil