Oryantalizmin domino etkisi var bence. Kendisinin zuhurundan beri her toplum daha
doğusundaki toplumları ötekileştimekten geri durmadı çünkü. Kendi ülkemizin
doğusunun batısından gördüğü muamelenin aynısını batı medeniyetlerinin bütün doğu
toplumlarına olan bakış açısında da görebiliyoruz.
Jin’i izlemeden önceki en büyük korkum bugüne kadar
böylesine politik bir konuya eğilmemiş genel olarak elitist bir duruşu olan
Reha Erdem’in bu handikapa girip girmeyeceğiydi. Söz konusu yapım belgesel olmadığı
sürece hiç bir yönetmenin ya da filmin taraf tutmak gibi bir zorunluluğu
yoktur. Reha Erdem de bu olabildiğine
politik konuda taraf tutmamış. Bence çok iyi bir seçim ama bu denli hassas bir
konuda politik olmamayı tercih ettiğinizde ise gerçekçilik beklentisi haklı
olarak yükseliyor. Örneğin jin metropolde yaşayan batılı bir genç kız olsaydı
bu denli gerçekçilik beklentisi olmazdı seyircide. Nihayetinde 40 yıldır var
olan, çok can alan ve can yakan bir sorunun göbeğindeki bir karakter Jin ve bu karakteri
anlatırken gerçekçi olmak zorundasınız. Maalesef Jin’in yaşadıkları gerçek
değil bu filmde. Gerçek olamıyor. Jin’in sürekli karşısına çıkan hayvanların
hayali olması gibi Jin’in yaşadıkları da o bölgede yaşamamış, olan biteni
kitaplardan, gazetelerden okumuş birinin hayalleri gibi duruyor. Sevgilisini
facebookta ekleyen bir kıza sinirlenen kolejli kızı anlatmıyorsunuz çünkü bir
gerillayı anlatıyorsunuz. Gerçekçi olmak zorundasınız.
Ne yazık ki konuya hakim olan izleyici için Reha Erdem’in
hakim olmadığı çok belli oluyor. Çokça bahsedilmiş olan Jin’in Türkçesinin çok
iyi olup Kürtçesinin çok kötü olması, das kapital ve bir yığın edebiyat ürününü
yalayıp yutmuş olması gerekirken okuma yazma bilmemesi gibi sorunlar Deniz
Hasgüler’in müthiş oyunculuğuna ve aralara serpiştirilmiş tadında sembolizme
rağmen filme gölge düşürüyor. Örneğin Jin’in uzun uğraşlardan osnra bir yol
kenarına gelip otostop yapma sahnesi müthiş. Yol kenarına geldiğinde güneş tam
ufuk çizgisinde. Yani doğuyor mu batıyor mu pek anlamıyoruz. Bu sırada bir kaç
araba geçer ama Jin gelen arabaları gördükçe saklanır. zaman geçtikçe güneş
yükselir. Yani gün doğumu olduğunu ve arabaların doğudan batıya gittiğini
anlarız. Jin batıya giden arabalardan saklanır taa ki ters yönde doğuya giden
bir araba gelinceye kadar. Ama o araba durmaz. Jin bir kaç tane denemeden sonra
batıya giden bir arabaya da razı olur. Kanımca filmin en estetik sahnesi buydu.
Reha Erdem sinemasının sembolizme olan aşkı malum. Kişisel
olarak da sinemada sembolizmi çok severim. Lakin beni beş vakitten beri
rahatsız eden bir yönü var. Sembolizme girer mi girmez mi bilemiyorum ama Reha
Erdem sürekli pedofilinin sınırlarında gezen bir anlatımı mutlaka serpiştiriyor
filmlerinde. Jin’de bu abartılı bir hal almış. Filmde neredeyse Jin’in
karşısına çıkan bütün erkekler ona tecavüz etmeye çalışıyor. En kötüsü de
nezarethanede yaşlı bir amca varken ve dışarıda çatışma seslerinden ortalık
inliyorken içeriye girip ona tecavüz etmeye kalkan birinin varlığı.
.
.
.
.
Şuraya kadar yazdıklarım düne ait. Uyuyup sonra devam ederim
diye düşündüm ve olan oldu. Jin rüyama girdi. Özellikle can çekişen hali tekrar
gözümün önüne geldi rüyamda. Uyandır uyanmaz filmi düşündüğümü ve ya hala rüyada olduğumu düşündüm. bir anda filmi tamamiyle farklı bir gözle görmeye başladım yani.
Filme farklı bir bakış açısıyla bakınca ilk bölümde
bahsettiğim eksiklik ve sorunların bir nebze olsun daha oturttum. Şöyle ki Jin
film boyunca içinde olduğu girdaptan kaçmaya çalışıyor. Bu sırada gerilla
elbiselerini atıp sıradan bir genç kız görünümüne bürünür lakin garidabın içine
tekrar çekildikçe kostümleri de filmin başındaki haline dönmeye başlar ve
filmin sonunda filmin başındaki kostümleriyle vurulur. Jin’in sürekli karşısına
çıkan sürreal hayvanlar, ağaçlara vampir filmlerinden aşina olduğumuz bir
şekilde olağan üstü bir şekilde tırmanması ve tüm o hayvanların filmin sonunda
ilk şekil ve şemalindeki can çekişen ama düşmenin etkisiyle kıpırdayamayan Jin’in
başında toplanması, Jin’in kaskati bir halde donuk bakışları tüm film boyunca
izlediklerimizin Jin’in o sırada oluşan tahayyülleri olduğunu gösterdi. Yani aslında
film Jin’in filmin başında bir yerlerde ağaçtan düşüp geri kalanını can
çekişirken kafasından geçirdiği hayallerinden oluşmakta. Bu çıkarımı gaipten
uydurmuyorsam filmin finali de şahane bir hal almış oluyor.Filmin senaryosu ne zaman yazıldı bir bilgim yok lakin "life of Pi"ye inanılmaz benzer bir son olmuş bu durumda.
Sonuç olarak Jin hassas ve toplumun belli bir kesimi
tarafından çok yakından bilinen bir konuya hafiften oryantalist bakışı katarak
ağır bir yükün altına giriyor. Dediğim gibi bu film derdini sosyo-kültürtel
olarak tamamen farklı bir genç kız üzerinden anlatsaydı çok daha iyi bir film
olacaktı. Zaten çok şey anlatan sahnelerle dolu olan filmi bir gerillanın
hikayesine dönüştürmek yanlış bir seçim bence.Deniz Hasgüler ise Konuşmadığı süre boyunca, bakışlarıyla muhteşem bir Jin olmuş.
Not: Rüyadan önceki yorumlarımı bilerek ve isteyerek silmedim çünkü Reha Erdem sinemasını çok seven biri olarak pek sevmemiştim bu filmi. Gaipten gelen rüya ile fikrim biraz değişti ise de eleştirdiğim yönlerin hala var olması yazının ilk bölümünü silmeme engel oldu.
Not: Rüyadan önceki yorumlarımı bilerek ve isteyerek silmedim çünkü Reha Erdem sinemasını çok seven biri olarak pek sevmemiştim bu filmi. Gaipten gelen rüya ile fikrim biraz değişti ise de eleştirdiğim yönlerin hala var olması yazının ilk bölümünü silmeme engel oldu.
melih selçuk muhteşem yorumlamışsın jin filmini anca bu kadar güzel anlatılırdı
YanıtlaSilİlk Reha Erdem filmimi seninle izlemiştim. Kozmos. Ondan sonra çok kararsız kaldım sevip sevmeme konusunda... Jin'i film listeme almadım fakat yazı harika olmuş. Senden çok iyi bir film eleştirmeni olacak bence, bu alternatifi de bir değerlendir. :)
YanıtlaSil